25 Mayıs 2012 Cuma

God Bless America (2011) "Söyleyeceğin hiç bir şey hayatıma değerli bir şey katmayacak."



Karısından ayrı yaşayan Frank, hasta ilişkilerden ve hastalıklı sevgilerden nefret eder bir durumdayken bir de 11 yıldır çalıştığı işinden sudan bir bahane ile kovulması psikolojik bunalıma girmesine sebep olur.. Medya için yapılan şov proğramlardan halkın kötü yönde etkilendiğini varsayarak bundan kurtulmanın kendince yolunu aramaktadır.. Ve bunu bulduğunu düşünerek uygulamaya başlar. 




Medya'ya taşlamalarla dolu bu filmde reality şovlardan gençlik şovlarına dizi ve filmlere göndermeler mevcut.Ve bu göndermeleri izlerken üstüne gülme garantili bence.Ağlanacak halimize gülüyoruz.Mevzusu olurmu ? Bunada siz karar verin.

Yönetmen ve oyuncular on numara iş çıkarmış ben
ce.
Kendini o dünyanın (medyayı takip edenler) bir parçası olarak görmeyen bir adamın içi boş olan programları iş arkadaşına açıklayışı . Ve bu söz bence herşeyi yerli yerine oturtan bir sözdü.
"söyleyeceğin hiç bir şey hayatıma değerli bir şey katmayacak."

Arkadaşlarınızla izleyebileceğiniz güzel bir yapım.
 


Not:Üs satırdaki özet bölümü HtMakina'ya aittir.



10 Aralık 2011 Cumartesi

The Way (2010)/Yol ile beraber değişebilirmisin?

Yol ile beraber değişebilirmisin?


Bir baba oğlunun ölüm haberiyle yıkılır.Ve ispanyaya vefat ettiği yere gider.ve olaylar babayı oğlunun yarım bıraktığı yolculuğu bitirmesi gerektiğini gösterir. 

Emilio Estevez yazıp ve yönetmiş.güzel bir iş çıkarmış oyuncularıda güzel performans sergilemişler.


Bir yazar,eski hayatını ardında bırakmak isteyen bir kadın,zayıflamak isteyen bir adam ve bir baba.




4 kişinin kendilerine has dertleri ve yolculuğa çıkma sebeplerini ele alıyor.Tabbiki ana karakter olan Martin Sheen öne çıksada onlarında dertlerinide gözlemliyoruz.Kendine has bir çizgisi olan filmin özellikle İspanyol çingelerine ufakta olsa dokunması bende bir tony gatlif filmi havası oluşturdu.O sahne’ye has olarak.



İzlenebilirliği bence yüksek sıkmayan sizi içine dahil eden kucaklayan bir film.

Ailece dostalrınızla izleyebileceğiniz sıcak bir yol filmi.
 

Müziklerine mutlaka göz gezdirin.Çingelerin olduğu sahnede çalan müzik. 



27 Kasım 2011 Pazar

Dedemin İnsanları (2011)

Dedemin insanları; bir çocuk,zor dönemden geçen göçmen insanlar ve dedesinin hikayesini anlatan bir zamanların çocuğu bir genç.

Çağan ırmak Babam ve oğlum kadrosundan aşina olduğumuz oyuncular çetin tekindor ve Hümeyra filmde rastlıyoruz.Oyuncuların genel olarak performansı çok güzeldi.özellikle ufaklık Avrupa Avrupa dizisinden bazılarımızın bileceği Durukan çetinkaya’nında maşallahı vardı.
 

Mustafa hakkında herşey,Babam ve oğlum,ıssız adam gibi filmlerinden tanıdığımız yönetmen çizgisini hiç bozmayarak güzel bir filme imza atmış.


Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesinde nelere çektiklerini sofranın başında Mehmet bey'den (Çetin tekindordan) dinliyoruz. Film şöyle bir dokunup geçsede önünden geminin gelmesini bekleyen insanların dramı ve alıştıkları ekmeğini yiyip suyunu içtikleri yerden sürülüşlerini ve bu mübadele’nin etkisiyle insanların göç edenlere karşı olan duygularını çok güzel yansıtmış film özellikle bir çocuğun gözünden görünen yüzüyle ne yapacağını bilememesiyle ailesi ve arkadaşlarının arasında kalmış bir çocuğun gözünden. 


Film hüzün ve komedi ağırlıklı olarak ilerliyor.özellikle şiveler ve o yöre insanına ait bazı kelimeler tekdur(Rahat durmak) v.b gibi öğeler filmi zenginleştirmiş ve biz izleyenleri filme kaptırmamızı ve ortamı daha iyi tanımamızı sağlıyor.Bu ve bunun gibi bazı etkenler.

Ağır bir film değil,bence herkese hitab etme yetisi olan bir film olmuş.
 

Filmin Müzikleri'de güzeldi. 





25 Kasım 2011 Cuma

The Art of Getting By (2011) Hiçbir şey imkansız değildir.

George dünyadaki gerçekliği kabullenmeyen kendi öngörüleriyle yaşayan bir çocuktur.Ne zaman ki Sally’le tanışır.Kendini başka bir gerçeklikte bulur.

Sundance film festivalinde juri büyük ödülüne aday olmuş bir olan the art of getting by (Ev Ödevi) Gavin Wiesen’ın ilk uzun metraj filmi olup senaryosu da kendine aiitir.

Emma Roberts ve Freddie Highmore oyunculuk adına güzel bir iş çıkarmışlar.Ve Michael Angarano da gayet yakışmış filme.

Film Genel olarak karakteri yeni yeni gelişen george’un etrafında dönüyor.ve hayata olan mesafeli davranışlarının nasıl değiştiğine tanık oluyorsunuz.Onun bu mesafesi ailesinin bıraktığı bir iz miydi? Yoksa okuduğu kitapların içinde kendini bulma çabasımıydı? George kendini hayatın içinde hem karanlık hem aydınlıkla nasıl başa çıkması gerektiğini öğreniyor.

Filmden bir replik


-Sana aşığım. Hep öyleydim.

-Haksız olan seninki sanıyordum,
-ama benim bunu söylememem haksızlıkmış.

-İşte, söyledim.

-Hiçbir halt değildim.

-Hiçbir şey değilmişim gibi hissediyordum.

-En azından.

-Sen bunu değiştirdin.

Ailece dostlarınızla seyredebileceğiniz güzel bir film.

Film'in bir kısmında George'un odasında çalan şarkı.
 








Fragman




8 Kasım 2011 Salı

Match Point-Maç Sayısı-Yazıp Yöneten Woody Allen

Chris,Utangaç olmayan Kendinden emin bir kararakter sergiliyor daha sonra hocalığını yaptığı adamla tanışınca biraz ezik ve altta kaldığını sezinliyorsunuz karakterin. 
hocalığını yaptığı adamla operaya gittiklerinde kız kardeşiyle tanışıyor. yavaş yavaş işleri ciddileştiriyor ama bunu "ezilmeden altta kalmak istemediği için" telifte bulunan kıza kendi önerileriyle kıza sunuyor ve bunu doğal olarak kendini kanıtlamak için yapıyor. 


Öğrencisinin nişanlıyla tanışıyor (Chloe) işte burda büyük bir arzuyla ona yaklaşıyor kendinden emin bir şekilde daha sonra kız arkadaşıyla Chloe inin arasında kalıyor ve duygusal bir ikilem yaşıyor.
kendini okadar kaptırıyorki ve Chloe ona her yönde okadar cazip geliyor,kendine bi okadarda onun arzulmasını istiyor.
bir kapana kısılmış olan Chris yağmurlu bir günde chloe takip ederek ona konuşuyor.ve burda herşey başlıyor.
 

Film Çıkarlarının ve Kız arkadaşının arasında kalmış bir insanı konu oluyor...... 

Karakter Analizi 
Chris,kendi arzu ve isteklerine karşı okadar yanılsamalarla dolu bir insan portresi izliyoruz ki filmde ne yapmak istediğini bilmeyen kendine güveni olan ama kaybolmuş bi adam (Chris) Ve kazandığı rahat hayatı koruya bilmek için zorba bir ruh haliyle bencilce nasıl iki insanı öldürüdüğünüde görüyoruz.....

Chloe yapmak istediği iş olan aktrisliğe kendini kaptırmıs ama kabiliyettini insanlara kanıtlayamadğından bu işte kendini yetersiz gören ve saplantılı kendini şişelerle avutan erkeklere cazip gelmesinden dolayı karşı cinse olan konuşmalarında öz güveni yüksek biri olarak görüyoruz...




























A Love Song for Bobby Long / Bobby Long'a Bir Aşk Şarkısı


A Love Song for Bobby Long-Bobby Long'a Bir Aşk Şarkısı 

Oyuncular:
Scarlett Johansson
John Travolta
Gabriel Macht
Deborah Kara Unger
Clayne Crawford
 


KONU:
Annesinin ölümü üzerine New Orleans'a geri dönen Purslane Hominy Will (Scarlett Johansson), annesinin evini satma düşüncesindedir fakat evde iki davetsiz misafir vardır, eski edebiyat profesörü Bobby Long (John Travolta) koruduğu bir genç Lawson Pines (Gabriel Match).

Yıllar önce hayatı ıskalamış olan bu ikilinin tüm vakitleri, harebe olmuş bu evde geçmektedir; bir de Lawson, Bobby'in hayatı üzerine roman yazmaktadır. Pursy'nin eve gelmesiyle ilişkileri en başta biraz gergin başlar fakat zaman geçtikçe aralarındaki ilişki dostane bir ortama dönüşür.
 


Kişilik Analiz
Bobby; kendini dünyadan soyutlamış bir karakter olarak gözünüze çarpıyor, yalnız bir adam olmaktan sıkılmış hayatının değişmesini isteyen ama hep kafasındaki engellere takılan monoton bir hayatın içinde olduğunu bilen fakat kafasında kurduğu düşünceler ve kafasında oluşan Lawson’na yazdırdığı kitapla bu hayattan kaçışını kurguluyan bir adam.

Lawson ise yaptığı hatadan pay biçerek kendini Bobby’inin yanında bir hayat sürdürmeye çalışan bir adam.

Purslane;Annesini kendisini terk ettiği için suçlayan erkek arkadasıyla sıradan bi yaşam süren genç yaşına rağmen amacı olmayan bir kız.
 


Anne ve Babamız bize bir yön göstermeyen yanımızda bizi önemsemeyen insanlar olmadığında hayatla başa çıkamamızın ne kadar zor olduğunu anlatıyor,bu hikaye kendinizi kaptırıveriyorsunuz, öykünün uç kısımlarına acılar ve ödenen bedeller yalnızlıktan gelen karmaşık duygusal anlarla. 

Hayattan önümüze çıkan bir kırmızı ışık olduğunda, her zaman bizi bekleyen bir yeşil ışık, bir kurtuluş olduğunu görüyorsunuz, inişleri ve çıkışlarıyla güzel bir film.





Bon appétit-Afiyet Olsun (2010)

İspanyol bir Aşçı Alman bir garson'un bir restoranda başlayan hikayesi.

Daniel Almanya'ya yeni gelmiştir.Ve Zürih'te bir restoranda iş bulmuştur.İşin ilk günü dikkatini bir kadın çekmiştir.Gece uzun uzun telefon konuşmaları gibi durumlardan dolayı ilişkileri bir derinlik kazanmıştır.
Filmin Açılışı şehir manzaraları ve Daniel'ın gelişi ile sade bir şekilde başlıyor.Genel olarak bence bu filmi birçok romantik filmden ayıran özellik final sahnesi tabbiki filmin içinde bi kaç klişe bilindik türde olay var ama akıcılığıyla bunun üstesinden geliyor.

Ve özellikle No Reservations'ın Filmini izleyenlerin bu filmide seveceğine inaniyorum çok bir benzer bi yanı yok fakat arada yemek yapan ustalar olduğu için bu değerlendirmede bulunmak istedim.

Not;Kendini seyrettirmeyi başaran arkadaş dostlarınızla izleyebileceğiniz güzel bir film.

Fragman
http://www.youtube.com/watch?v=v73HbCNc4JY&feature=player_embedded